Günümüzde Siyaset Nasıl Yapılmaktadır? Güç, Elitler ve Dejenerasyon Üzerine Bir Deneme
Siyasetin pratiği konusunda yeterli bilgi ve deneyime sahip olduğumu söyleyemem. Bilmediğim konularda yazı yazmam doğru olmaz. Ben uzunca bir süredir yalnızca tarih ve teori ile ilgiliyim. Pratik siyasetle ilgilenmek farklı bir kişilik ve düşünme biçimi gerektirir, o nitelikler bende yok ve dolayısıyla pratik siyasetle hiçbir şekilde ilgilenmiyorum. Uygun olmadığım için ahlaklı bulmuyorum ve tavrımda kararlıyım. Bununla birlikte kendi sınırlı yaşam tecrübemden, hatalarımdan öğrendiğim bir şeyler olduğunu söyleyebilirim. Bunların listesini yapmak niyetinde değilim. Yalnızca bazı subjektif çıkarımlarda bulunabilirim.
1. Siyaset günümüzde (ve ne yazık ki!) esas olarak büyük siyasal güçler ve devletler tarafından yapılmaktadır. Teknolojinin gelişmesi, sermayenin merkezileşmesi, nüfusun artması ve metropollerde yoğunlaşmasıyla, ki nüfusun metropole yığılmasının etkileri bana kalırsa sanıldığından da geniştir ve yeterince tartışılmamaktadır, söz konusu güçlerin etkileri akıl almaz boyutlara ulaştı. Kontrol araçları gelişti, ideolojik etkileri arttı, kurumsal-yapısal ve ideolojik-teknolojik düzeylerde denetim ve kontrol biçimlerinin de farklı görünümler aldığını görmeye başladık. Bu nedenle siyasetin büyük güçler tarafından yapıldığını saptamak bunu onaylamak anlamına gelmez, somut bir gerçekliğin altını çizmek ve bunun bilincine varmak anlamına gelir bana kalırsa. Üstelik bundan yurttaşa "siz siyaset yapmayın, yapamazsınız da zaten" sonucu da çıkarılamaz. Bu ifadeden yalnızca, orada ne söyleniyor ise o çıkar. Günümüz dünyasıyla ilgili kişisel olarak gözlediğim böyle bir gerçek vardır, bana kalırsa bunu dikkate almak gerekir, güçten arınmış bir siyaset ideal olmakla birlikte bugün için zemini olduğunu düşünmüyorum, bunu "pratikleştirene" de her namuslu insan gibi saygı duyarım.
Siyasetin güç ve dahası şiddetle çok yakından ilgili olduğu düşüncesini artık alanında duayen olmuş, sevdiğim bir hocamla tartıştığım günü tıpkı bugün gibi anımsıyorum. Elbette idealist bir genç öğrenci olarak ona hararetle karşı çıktım. Uzun süre tartıştım da... Karşı çıktığım ifade aynen şudur; "Siyaset saf anlamda şiddettir". Yıllar geçtikte tıpkı bir sürahideki suyun azar azar buharlaşması gibi, o gün hocama karşı geliştirdiğim argümanların birer birer çöktüğünü ve "buharlaştığını" kendi gözlerimle görecektim. Nitekim mezun olduğumda güç ilişkilerinin ve "şiddetin" hem de dizginsiz, sınır tanımaz bir şiddetin "siyasallıkla" yakın ilişkisini gözlerimle gördüğüm bir noktaya da gelecektim.
Kişisel olarak siyaseti bir güç ilişkisi olarak görmeyi bugün de hiçbir şekilde tercih etmiyorum. Kişiliğime ve inanmayı tercih ettiğim değerlere ters buluyorum. Ne yazık ki benim tercihlerim yaşadığımız realitenin kendisini değiştirmiyor çünkü hayaller dünyasında yaşamıyoruz. Gerçek dünyada yaşamaya, kendi dar dünyamızda nefes almaya çalışıyoruz. Bunu yaparken her saniye çok zor etik-politik sınamalarla karşılaşıyoruz. Bunu hepimiz yaşıyoruz zira yaşam koşulları bunu herkese dayatıyor. Çoğumuz da önümüzdeki seçenekler arasından eminim ki en insanî olanları, başkalarına en az zarar verecek olanları tercih ediyoruz. En azından ben hep böyle yapmaya çalıştım.
Güç ilişkisinin yarattığı etkinin bugün herkes daha çok farkındadır sanırım, en azından ben bunu görebiliyorum, özellikle de bunun aksini iddia edenlerde gözlemliyorum bunu. Herkes kadar ben de "psikanalizden" yararlanabiliyorum. Bazı şeyleri saptamak pek zor değil yani... Aslında bu gerçeğin en çok farkında olanların bunu açıktan inkâr edenler olduğunu düşünüyorum kişisel olarak ve onların "iyi niyetli" olduklarını varsayarsak eğer (öyle olduklarına inanmayı ısrarla "tercih ediyorum") bu durum da söz konusu etkiyi ortaya koyan politik güçlerin ideolojik plandaki açık üstünlüklerini kanıtlamaktan başka pek bir işe yaramıyor ne yazık ki... Benim bu yazıda ele aldığım anlamda siyaset de, teorik perspektiften değil, bu en fazla basit bir denemedir, günümüzdeki pratik ve dünya-tarihsel biçimiyle ilgili kendi gözlemlerimden damıttığım izlenimlerden ibarettir. Yoksa siyasetin ne kadar yüce ve "erdemli" bir mefhum olduğunun hepimiz farkındayız, ona ulaşmak için gücümüz oranında ve iyi niyetle çabalamış kişileriz, ama doğru ama yanlış. Paragrafı kapatmadan şunu da ekleyeyim; benim bu yazıda dikkat çekmeye çalıştığım politik güçlerin varlığı, iyi niyetle ve fedakarlıkla siyaset yapan, bunun için çalışan, bedel ödeyen öznelerin samimi çabalarını hiçbir şekilde değersizleştirmez aksine daha da değerli kılar, en azından benim nazarımda...Umarım meramımı yeterince açık olarak anlatabilmişimdir.
2- Büyük güçler olarak adlandırdığım gelişmiş ve etki gücü yüksek devletlerin (bunlara süper-güç demek de mümkün ama kavram günümüzde hayli muğlaklaştığından yazıda bu kavramı kullanmıyorum, süper-güç kavramını bir başka yazımda tartışmaya çalışacağım) "büyük siyaset" yaptığından söz edebiliriz. Nedir bu "büyük siyaset? Dünya-tarihsel anlamda (bu kavramın işaret ettiği zihniyet dünyasının tarihini Antik Yunan' a kadar götürebiliriz, tıpkı bir başka önemli kardeşi olan "hegemonya" kavramının Peleppones Savaşlarına kadar takip edilebilmesinin söz konusu olduğu gibi) kalıcı ve kapsamlı değişiklikler yaratmak ve bunu da kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek için çeşitli stratejiler geliştirmek, buna uygun araç ve yöntemleri seçerek bu doğrultuda kullanmaktır. Aslında bu türden siyasetin günümüze kadar pek çok örneğini gördük, bilhassa Orta Doğu gibi dünyadaki belli başlı çatışmalı bölgelerden birinde yaşayan bizim gibi insancıklar için bunu tanımak hiç de zor değildi. Gözümüzün önünde bir dünya yıkıldı ve değer verdiğimiz her şey giderek bambaşka bir hal aldı. En azından onları gördüğümüzde artık eski halleriyle tanıyamıyoruz nitekim bir şeyin o isimle çağrılmaya devam etmesi onun hala aynı şey olduğu anlamına da gelmiyor. Bir şey tarihsel süreç içerisinde niceliksel olarak dönüşür ve nitelik bakımından başka bir gerçeklik düzeyine geçer. Örneğin benim gençliğimde "ulus-devlet" olarak anılan olgu bugün yaşadığımızdan başka bir şeydi hatta günümüzdeki ile pek ilgisi yoktu. Sol, bambaşka bir şeydi, etik-politik düzlemde çok başka şekillerde anlaşılıyordu. Edebiyat bambaşka idi. Roman baştacı idi örneğin ve konuşulan dili özenle kullanmak toplumsal anlamda bir değerdi. Herkese yazar denmezdi mesela...Bugün pek çok kavram ve değer dönüşüm geçirdi, toplumların değerler sistemi değişti, değişen değerler siyasal kültüre yansıdı ve bu da esas olarak dünyadaki büyük siyasal güçlerin yeniden konumlanmasıyla ilgili bir durumdur. Bunu saptayamamak başlı başına bir tür "akıl tutulması" anlamına gelir. Konumuza dönecek olursak, sözünü ettiğim ve büyük güçler olarak adlandırmayı tercih ettiğim siyasal aktörler, "siyaset yaptığını" (!) düşünen görece küçük gruplarla uzun süre ilgilenmez ancak onlarla konjönktürel olarak ilişki kurabilir. Konjönktür siyasette bir başka önemli kavramdır, tıpkı Devlet kavramının kendisi gibi. Bunlar gerçekten çok zor, "netameli" kavramlardır, her şeyden önce aşırı yüklüdürler ve üzerinde yıllarca düşünülse bile kolayca anlaşılamazlar. Nitekim benim de bilmediğim ve anlamakta güçlük çektiğim binlerce kavram var ve onları her gün yeniden düşünmek gerekiyor. Konjönktür yorumlanması, analiz edilmesi gereken bir siyasal durumlar bileşkesidir ve konjönktür analizi yapabilmek için olağanüstü verinin sistematik biçimde yorumlanması, bunlara dayanarak geleceğe dair çeşitli projeksiyonlar geliştirilmesi gerekir. Bu da eldeki imkanlarla ve bunu yorumlayan kişilerin niteliksel düzeyi (birikimi ve zekası) yakından bağlantılıdır. Siyasetin masa başında yapılan bir şey olmadığını bir çocuk bile bilir ama siyasetin belirli aşamaları gerçekten de masa başında yapılır! Amaç ve hedefin seçilmesi, buna uygun bir planlamanın yapılması, programın dayanaklarının oluşturulması, araç ve amaç uygunluğu, öznenin ve diğer aktörlerin güçlü ve zayıf yönlerin saptanması, araçların saptanan hedef ve amaç doğrultusunda rasyonel biçimde kullanılması ve yığınaklanmanın doğru yere yapılması gibi... Bu nedenle böyle bir siyasetin yaşama geçirilebilmesi için elinizde büyük imkanların da olması gerekir ki bu da savunduğum ana argüman için olabildiğince rasyonel ve sağlam bir gerekçe oluşturur sanırım. Sözünü etmeye çalıştığım türden pek çok gücün analiz edilmesi ve bunların birbirleriyle olası ilişkilenme tarzlarının değerlendirilmesiyle yaşama geçirilen bu türden bir "siyaset" dünya çapında kapsamlı değişiklikleri de gündemine alır ve bu doğrultuda belli araçları aktif biçimde kullanılır. Büyük devletlerin bunu nasıl yapacaklarına dair 20, 50, 100 yıllık son derece kapsamlı ve ayrıntılı planlamaları olduğunu biliyoruz. Bu planlamaların büyük bir bölümü rasyoneldir yani bunları geliştirenlerin nasıl gerçekleştireceklerine dair kaynak kullanımına ilişkin bir stratejileri de vardır. Ancak elbette ki bunlar yaşayan, gerçek güçler tarafından değiştirilebilir. Her şey düşünüldüğü gibi olmaz, olması da mümkün değildir. Siyasetin oluşturulduğu ve bunun tarafı olan güçlerin kendi tarihleri, hakları, beklentileri, siyasal amaçları, kimlikleri ve kendileri için bekledikleri gelecek özlemleri vardır. Kısacası çok karmaşık ve zor bir durumdur ve öyle herkesin harcı değildir "büyük siyaset yapmak! Bu gerçekle bütün boyutlarıyle ilk karşılaştığımda yirmili yaşların sonunda idim ve alabildiğine idealist ve düpedüz "saf" bir kişi olarak, aslında gözümün önünde duran bu açık gerçeği yıllarca ısrarla, inatla, kararlı biçimde reddettim. Duygusal davrandım ve bildiğim hakikate nedense inanmamayı tercih ettim. Ancak yanıldım, dahası buna bile bile yanıldım demek daha yerindedir. Nitekim bugün yanıldığımı açıkça kabul ediyorum ve özeleştiri yapıyorum. Başkalarından önce kendimden özür dilerim. Yabancılaştığım ailemden, içinden çıktığım toplumsal çevreden, sevdiklerimden, bana gerçekten güvenen ve boşu boşuna tartışıp kavga ettiğim onca insandan.... Gerçeklik kendini dayatmıştır ve ben çok haksızdım.
3- Siyasette öz gücüne dayanmak esastır nitekim biz de böyle öğrenmiştik. Bununla birlikte kendi gücünü abartmak her zaman hüsrana neden olur. Bu durum aslında hayatın her alanında; kişisel yaşamda da böyledir. Hepimiz insan olarak ideallere, duygulara ve arzulara sahibiz. Ancak bizi saran, hareketlerimizin çapını ve tercihlerimizin yöneleceği olasılıklar dizgesini ortaya çıkaran bir de zorunluluklar alanı vardır. Bu zorunluluklar alanı çoğunlukla etrafımızdaki toplumun beklenti ve ihtiyaçlarına, maddi gerçekliklere ve geçmişte yaptığımız tercihlerin ortaya çıkardığı bir başka olasılıklar demetine dayanır. Bunu en güzel anlatanlardan biri de sanırım Rus düşünür Gregory Plekhanov'dur. Birey sorununu çok az ele alan çağdaşlarının ve özellikle Rusların aksine, ki Ruslar tarihsel düşünce gelenekleri içinde kolektivizmi ve mutlakıyetçiliği meczeden özgün düşüncelerin peşinde koştuklarından birey kavramını önemsemezler zira birey onlara göre yabancı bir "batılı" kavramdır üstelik günümüzde de durum böyledir, Plekhanov birey kavramını da kurduğu denkleme dahil eder. Tarihte Bireyin Rolü (2022, buradaki baskısından önceki Yazılama baskısını öneririm) adlı yoğun ve kısa broşüründe düşünür esasen yine geleneksel eğilimde ortaya konulan tarihsel ve toplumsal perspektifle çelişmez. Dahası öyle katı ve deterministik yönü ağır basan bir birey-dünya ilişkisi kurar ki iradeci çağdaşlarının (Lenin ve Trotsky gibi, belki de ardıllarının demeli?) aksine ekonomist bir prespektife yaklaşır. Düşünüre göre tarihsel ve maddi koşullar kişilerin önlerine ancak belirli olasılıklar demeti sunar ve bunlardan bazılarının diğerlerine göre gerçekleşme eğilimi daha yüksektir. Özne olarak birey ancak uygun koşullar altında bunlardan bazılarını seçme işleminde bulunabilir ve bu seçtiklerinin başarılı olma şansı da yine somut koşullara, bu koşullarda seçme işlemi gerçekleştiren diğer birey öznelerin ve güçlerin davranış biçimlerine bağlıdır. Marx'ın ünlü ifadesini hatırlayalım; "ancak belirli koşullar altında" (Marx, 2021) diyordu, öyle değil mi? Keza Kapital eserinin ilk cildinde de önceki kuşakların yaptıkları üzerine kurulan bir düzenden söz eder. Bu yaklaşım tarzı aslında onun bütün eserlerinde hiç durmadan vurgulanmıştır, yalnızca onlara biraz daha dikkatli bakmak gerekir. Nitekim Lenin de yaşadığı dönemin bugünküne benzer bir yeniden yapılanma ve konjönktürel değişim dönemi olduğunu sezebilen, uluslararası ilişkileri çok yakından takip eden bir devlet adamı olduğu için fırsatları sürekli olarak kollamış ve arzuladığı gibi bir sonuca ulaşmıştır. Üstelik Lenin'in dünyasında, büyük sermaye tekellerinden çoğu aynı günümüzdeki ile birebir aynı olmasına rağmen, dünya bu derecede birbirine bağlanmış ve ideolojik etki altına girmiş değildir. Buna rağmen Rusya'dan farklı olarak nispeten gelişmiş Avrupa devletlerinde o zamanın büyük güçlerinin iktisadî ve ideolojik etkisi aşılamamıştır. Bu durumun dikkatle düşünülmesi gerekir.
4. Kimse her şeyin en doğrusunu bilemez. Günümüzde böyle bir "rahatsızlık" var. Bireyler çok yetkin, parlak ve iyi yetişmiş zihinlere sahip olabilirler. Dahası uygun olanaklara ve koşullara da sahip bulunabilirler. Ancak bu onları siyasal durumlar üzerinde bir güç olarak ortaya çıkarmaz. Bu bireylerin bir araya geldiği gruplar da etkili olamayabilirler. Bir soruyu ki bu soru 1995 yılında bir kitapta sorulmuştur, hatırlamakta fayda vardır. Marx, Engels ve Lenin'den müteşekkil bir Politbüro iktidarda bulunsa idi, Sovyetler Birliği dağılmaktan kurtulabilir miydi? Spekülasyonu dahası fanteziyi göze alarak böyle bir soru yıllar önce sorulabilmişti ve hiç de yadırganmamıştı. Yanıtı kuşkusuz hayırdır. Burada yine Plekhanov'a dönmek gerekir. İradi inisiyatif ne kadar güçlü olursa olsun, ki o dönemde koşullar gereği bu üçlü zaten politbüro'ya kadar yükselemezdi zira yozlaşan hükümetler kendi siyasal rejimleri bakımından bir tür tersine seçme işlemi yaparlar ve Roma'dan beri bu durum böyledir, Sovyetler açısından momentumu tersine çevirmek mümkün değildir. Öyle bir şey olsaydı zaten işler Sovyetler Birliği bakımından o noktaya kadar gelmezdi. Bunu göstermek için basit birkaç örnek vermek bile yeter. 1991 Ağustos darbesiyle Sovyet Devletinin bütün güçleri yönetime el koymuş, elit zırhlı birlikler Moskova'ya girmiş ve namlular Yüce Sovyet'e çevrilmişti. Ancak Kızıl Ordu ve KGB'nin en seçme üyelerinden oluşan Alfa ve Spetsnaz timleri, şehrin hemen girişindeki Boris Yeltsin'e ait yazlık konutu basmalarına rağmen bu kişiyi tutuklamadan olay yerinden ayrıldılar. Yüce Sovyet'in önünde toplanan kalabalığa hiçbir şekilde müdahale etmediler. Emre itaat etmesi gereken komutan etmedi, görevden alındı ve ikincisi de etmedi. Oysaki karşılarında silahsız bir kalabalık dışında hiçbir güç yoktu ve silahsız kalabalığa karşı elit silahlı birliklerin etkisini merak edenler Riga'daki televizyon istasyonu baskınına bakabilirler. Elbette ki mideleri kaldırırsa! Ben her defasında sinir krizi geçirdiğim için sonuna kadar izleyemiyorum. Azerbaycan'daki ünlü Kanlı Yanvar baskınına da bakabilirler. Bir tür ayaklanma bastırma prosedürü vardır, gece yarısı başlar ve sabaha karşı biter. Ama o koşulda o olmadı zira olmaması gerekiyordu. Özne o koşullar içinde o yapıda söz sahibi değildi ya da daha doğrusu, orada söz sahibi olan o çeşit bir özne değildi. Öyle öznelerin geceyarısı intihar ettiklerini görüyoruz. Sonuç olarak, siyaseti etkileyen sonsuz değişken vardır ve bunları hesaplayabilmeniz imkansızdır. Ancak doğruya yakın olanı bulmanızı sağlayabilecek belirli eğilimler ve ilişkiler ağı vardır. Bunların etkileşimlerini ve tarihini bilirseniz isabetli tahminlerde bulunabilirsiniz. Ben her şeyin en doğrusunu bildiğini iddia eden çok insanla karşılaştım. Bu insanlar yanıldıklarını hiçbir zaman kabul edemezler zira kendi egolarını onaylayan yanlış çıkarımlarına büyük bir duygusal yatırım yapmışlardır. Sonuç olarak giderek gerçekliği çarpıtmaya başlarlar ve sonunda iflas ederler. Siyaseten iflas etmek siyasetle ilgilenmemek için geçerli bir nedendir ancak ben bugüne kadar bunu yapabilen, tutkularına söz geçirebilen çok az insan gördüm.
5- İdealler ve ütopyalar güzeldir, mümkündür ve saf anlamda her duygunun olduğu gibi onların da en azından benim için fazlasıyla önemli olduğunu söyleyebilirim. Nitekim hâlâ ütopyalara inanıyorum ve onların peşinden belki de on ömür boyunca gideceğim. Ancak yukarıda sözünü ettiğim nedenlerden dolayı kendine ve etrafındaki insanlara kötülükten başka bir şeyi dokunmayan profesyonel politikacıların eninde sonunda savunduklarını iddia ettikleri ideallere ve amaçlara zarar vermesi kaçınılmazdır. Bunlar siyaseti aslında bir tür esnaflık olarak görürler. Ancak sahici esnaflardan farklı olarak ondan yalnızca çıkar sağlar ve savunur göründükleri değerlerin çoğuna gerçekte inanmazlar. Kavga ettikleri adamlarla ertesi gün "kuzu çevirmeye" giderler. Ciddiyim, gözlerimle gördüm bunları hep. Bu insan tipinin bana kalırsa gerçek siyasette yeri olmaması gerekir. Böyle insanların "siyaset yapması" yalnızca kendilerini değil, onlara inanma gafletine düşen saf insanları da yanlışa sürükleme tehlikesi taşır.
6- Günümüzde siyasal elitlerde büyük bir nitelik düşüşünden söz etmek mümkündür. Bundan 50 yıl ya da 100 yıl önce sanırım bu durum böyle değildi. Belirli bir nitelik yoğunluğu ve donanım vardı. Son derece nitelikli isimler tanıdık, burjuva siyasetinde de... Bugün post-truth ve popülizm gibi olguların, nitelik denilen şeyi deyim yerindeyse "uçurumdan aşağıya attığını" görüyoruz. Bunlar yalnızca toplumların bugünü değil, geleceği için de büyük bir tehlike yaratmaktadır.
Sonuç olarak, niteliğin yüksek olduğu, çok yönlü düşünebilen ve yalnızca eğitimli değil, çok iyi eğitilmiş, kişisel çıkarlarını geri plana atabilen, zeki kişiler olmaksızın pratik siyasetin günümüzde yozlaşma hastalığından kurtulamayacağını iddia etmek yanlış olmaz. Bir insan ben yanıldım, artık siyasetin pratiğiyle uğraşmıyorum, kendime yaşantımı dolduracak somut, kültürel-kuramsal ya da estetik amaçlar belirledim diyebilmelidir. Bunu gösterecek basirete sahip olabilmelidir. Bu donanımda insanlara ve siyasal kültüre dünyanın bu zamanında her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğumuzu düşünüyorum.
Ekim 2024, Ankara
Yorumlar
Yorum Gönder