Rus Askeri Doktrini Ne Durumda? Hibrit Savaş ve Zayıf Noktaların Analizi
Geçtiğimiz günlerde bana göre önemli göstergeler sunan bir makale okudum. Bu makale Russia Today internet sitesinde yayınlanmıştır. Makalenin başlığı Rus Generalleri Ne Okuyor idi. Bu iddialı başlık davetkardı ve ben de davete icabet ederek makaleyi okudum.
Buna göre, Rus generalleri, Sovyetler Birliği’nin dağılmasını dikkatle incelemişler. Bu dağılmanın iç nedenlerle olduğunu kabul etmekten uzak gibi görünüyorlar. Bu nedenle, “dış dinamiğin” üzerinde durmuşlar. Bunun sonucunda yeni ve başka bir strateji belirledikleri anlaşılıyor. Bu stratejinin özü, savaşın bütünüyle konvansiyonel ve nükleer içeriğinden çıkarılarak, daha geniş bir açıdan kavranmasında yatmaktadır. Bana göre güçlü ve zayıf yanları kısaca tartışılabilir.
Güçlü yanlarını saptarken öncelikle Sovyetler Birliği'nin savaşı kavrayışındaki bana göre isabetli ve hatalı olan noktaları işaret etmeliyim.
Her şeyden önce savaşın nükleer ve konvansiyonel kuvvetlerin kombine bir kullanımıyla ve iki büyük kuvvet arasında (Varşova Paktı ve NATO) nihaî bir hesaplaşma şeklinde kavranması temel bir konseptti. Bu konseptin özellikle 1980'lerde yapılan ZAPAD tatbikatlarıyla zirveye ulaştığını söylemek mümkündür. Bu durumun dünyayı nükleer bir savaşın eşiğine getirdiği hatırlanmalıdır. Ayrıca Sovyet silahlı güçleri muazzam miktarda insan gücünü ve kaynağı seferber etmeye dayandığından, belki etkiliydi ancak son tahlilde hantal ve tüketicidir. Bu büyük silahlı güç belki de NATO ile bir konvansiyonel çatışma durumunda Avrupa'yı ele geçirmekte zorlanmayacaktı ancak bana göre savaşın ilerleyen safhalarında, ada devletlerinin deniz, hava ve teknolojik üstünlüğü karşısında bocalaması kaçınılmazdır. Güçlü yönü ise muazzam bir zekaya dayanan organizasyonel yeteneğidir. Bu durum henüz o zaman NATO stratejistlerinin en korktukları şeylerden biriydi. Büyük kuvvetlerin yüksek derecede örgütlenmesinde gösterilen eşgüdüm, ayrıntıcılık, seçeneklerin ve senaryoların genişliği, disiplin ve psikolojik-politik aşamaların derinliği, Sovyetler Birliği'nin içeriden dağılmasının kolaylaştırılması yönünde girişimlerin ağırlık kazanmasına neden olmuştur. Yine de Afganistan Savaşı'nda bu yüksek biçimde koordine edilmiş ordunun düzensiz birliklere karşı özel operasyon dışında, özellikle uzun süreli bir savaşta bocaladığı açığa çıkmıştır. Bu da elbette stratejinin zayıf yönüydü ve savaş konseptinin eksikliğini ortaya koymuştur.
Uzun sözün kısası, Rusya bu stratejiyi değiştirerek çok doğru ve yanlış adımlar attı. Birincisi, nükleer gücü ve özellikle nükleer denizaltı filosunu ağırlık merkezi yaparak kendini yeniden inşa edebilecek bir ağırlık merkezi oluşturdu. İkincisi, hantal ordunun yerine teknoloji ve hibrit savaşa öncelik vererek kaynaklarını daha ekonomik kullanmayı seçti. Üçüncüsü nükleer kuvvetlerini modernize etti. Dördüncüsü ideolojik ve bilişsel unsura ağırlık verdi ki bu da doğrudur. Ancak tıpkı Aşil'in topuğu gibi, güçlü bir yanın aşırıya, götürülmesi onun zayıf noktasının başlangıcıdır. İşte bu nedenle, sözünü ettiğim ideolojik unsurun yanlış yorumlanması genel stratejiyi güçlendirmez, onu zaafa uğratır.
Biraz daha açalım. Rusya eski tip birçok uluslu imparatorluktur. Sovyetler Birliği bu çok uluslu yapıyı korumuştur ve başka şekilde davranamazdı. Dağılmadan sonra Rusya, Rus kimliği altında bir tür ulus-devlet olmayı denedi. Olmadı ve olamazdı. Bunun sonucunda Avrasyacılık ideolojisi geliştirildi. Rus Avrasyacılığı, imparatorluk çağına bir öykünmedir. Slav ve bozkır halkları içine alır. Ancak zayıf noktası da bu ideolojinin ayrım çizgilerinde gizlidir. Birincisi, bütünüyle jeopolitik gerekliliklere dayanan bir doktrin için çevre halklar rastgele eklemlenmeye çalışmakta, bunun için de din ve ideoloji seferber edilmektedir. Üstelik bunu yaparken; İran, Pakistan ve Türkiye, aynı uygarlıklar havuzu içine alınmaktadır. Burada umulan şey bu ülkelerin kendi yapısal özelliklerinin göz önünde tutulması değildir. Bu ülkelerin anakarayı kontrol eden ülkenin stratejik gereklilikleri için seferber edilmesidir. İkinci önemli nokta ise bana kalırsa Sovyetler Birliği'nin dağılmasındaki içsel dinamiği göz ardı ederek olayı bir tür "dış komplo" düzeyine indirgemesidir. Bu görüş, esas olarak, Sovyetler Birliği içindeki tutucu politik kadroların bir görüşüdür ve sorumluluğu başkalarına yükleyerek günah keçisi aramayı ve böylece iç tutunumun yükseltilmesini amaçlamaktadır.
Şunu hemen belirtelim ki Sovyetler Birliği esas olarak iç nedenlerle, bürokrasinin kendisini bir tür sınıf olarak örgütlemesinden ve mütemadiyen sınıf refleksleri göstermesinden dolayı çöktü. Amaç ülkenin kapitalizme dahil edilerek merkezî bir rol üstlenecek çok yönlü bir entegrasyona tabi tutulmasıydı. Bu yanlış politik varsayım bir dizi hatalı sonuca yol açmıştır. Politik kadroların, Birliğin dağıtılması koşuluyla Batılı egemen siyasal ilişki biçimi olan liberalizm ve onun genelleştirilmiş bir görünümü olan kapitalizme eklemlenecekleri ve dolayısıyla geniş bir tanınma ve ödüllendirilmeye tabi tutulacakları yönündeki vaatlere inanmalarının altında geniş bir sermaye örgütlenmesinin güncel beklenti ve talepleri yatıyordu. Dolayısıyla "dış düşman" argümanı ikincildir ve bu nedenle gerçeği yansıtmamaktadır. Saptama bütünüyle dış düşman argümanına dayanınca psikolojik, bilişsel ve ideolojik karşı koyma bir tür aşırı yoruma dönüşmektedir.
Bu aşırı yorum dünyadaki değişimlerin karakterini yeterince kavramayı engelleyen katı bir tutumu zorlamaktadır. Ukrayna savaşının ısrarla devam ettirilmeye çalışılmasını, barış için müzakerelere devam edilmesinde ısrar eden ülkelerin ve düşünce insanların "Batı ajanı", "hain" gibi ithamlar ya da imalara muhatap olmasının başka bir nedeni olmasa gerek. Bu aşırı yorum, yukarıda belirtilmeye çalışıldığı gibi bir tür kör nokta yaratmakta ve Rus stratejisinin zayıf noktasını oluşturmaktadır.
Mayıs 2025, Ankara

.png)
Yorumlar
Yorum Gönder