Nükleer Savaş ve Kolektif Bellek: Unutulmuş Korkuların Anatomisi
Her kuşak kendi hafızasına sahiptir. Hafızanın en önemli bileşenini deneyimler oluşturur. Bu deneyimler içerisinde çocukluğun ve ilk gençliğimizin önemli bir yeri vardır. Bilinen bir ifadeye göre, çocukluk yaşamımızın en güzel yıllarıdır. Çocukluk yıllarında hafıza tazedir, sorumluluk yoktur, koşulsuz sevgi ve koruma vardır. Oyunlar, masallar, öğrenmenin verdiği haz vardır. Bu nedenle hafızamda çocukluğum önemli bir yer tutar. Eminim sizin de öyledir…
Bugünün dünyasına bir süredir yabancı olan, daha doğrusu derin dondurucuya kaldırılmış bir korku yeniden kımıldanmaya başladı son günlerde. Bunun adı nükleer savaş korkusudur. Bugün iki dünya arasında bir bakıma Arafta kalmış olarak düşünebileceğimiz bizim nesil bu korkunun ne olduğunu iyi bilir. Bunun nedeni bizim çocukluğumuzda nükleer savaşın çok yakın ve sahici bir şey olmasıydı. Bu tehlike o kadar gerçekti ki, hepimiz her an dünyanın sonunun gelebileceği gerçeğini kanıksayarak büyüyorduk.
Bırakın bir çocuğu, bir yetişkin için bile böyle bir şeye alışmak çok zordur...
Televizyonlarda 15 dakikalık bilgilendirici filmler gösterilirdi örneğin. Bunlar genellikle benim gibi çocukların çizgi dizi izlemek için televizyon başında beklediği öğlen ya da akşamüstü kuşaklarında yayınlanırdı. İçlerinden birini hiç unutamıyorum. Bir el kırmızı bir düğmeye basıyordu, bir füze ateşleniyordu ve birileri koşmaya başlıyordu. Gerçekten böyleydi. Herkesin mahallesinde sığınaklar olurdu. Apartmanların girişinde büyük puntolarla ve ok işaretleriyle; "sığınağa gider" yazmaktaydı. Sığınakların anahtarlarını taşımak bile ciddi işti, herkes bu görevi alamazdı. Bu sığınakların düzenli olarak bakımı yapılırdı. Sığınağa girdiğimiz zaman dikkatli olmak zorundaydık. Suya bastırdığımız örtüleri paspas gibi kapının altına koyacak, yanımızda mutlaka bir Snickers bulunduracaktık. Okulumuzda ve hastanemizde, nükleer saldırı durumunda yapılması gerekenleri anlatan büyük panolar vardı. Arada sırada tatbikatlar yapılırdı. Hangi uzunluktaki düdük sesinin ne anlama geldiğini hepimiz ezberlemiştik. Hatta ben Casio orgumda hangi tuşa bastığımda hangi alarmın çalacağını ezbere biliyordum. O zamanlar hepimizde Casio org vardı. Alarm sesinin adını aramızda "canavar düdüğü" olarak belirlemiştik. Canavar düdüğü çaldığında kaçacak ve saklanacaktık.
Oysaki aslında hiçbir şey yapamayacaktık...
Yapamayacaktık ve aslında herkes bunun farkındaydı. Ne kadar zamanımız olabilirdi ki? Deprem olduğunda kaçımız saklanabiliyoruz? Olduğumuz yerde donup kalıyoruz sadece...
Bir gün Zbigniew Brzezinski şöyle demişti; 6 dakika! 6 dakika içinde uyanmak, başkanı uyandırmak, ona haber vermek, misilleme için düğmeye basmak gerekiyordu ve bunu 6 dakikada yapabiliyorduk!
Oysaki 6 dakika hiçbir şeye yetmezdi, yalnızca ölmeye yeterdi.
Nükleer silahlar korkunç aletlerdir. Bu dünyadan değildirler. Balistik füzeler katı ya da sıvı yakıtla çalışabilirler. Katı yakıtla çalışanları daha hızlı gider. Atmosferin Stratosfer katmanına çıktıktan sonra serbest düşüşe geçerler. Bu durum yerçekimi ivmesini de devreye alarak hızlarını inanılmaz ölçüde artırır. Sonra savaş başlığı açılır ve bu başlığın içinde tepkimeye sokulan nükleer parçalar, silahın türüne göre, belirli bir yükseklikte patlar.
Bunu durdumak çok zor çünkü son derece karmaşık birkaç işlem yapmanız gerekiyor. O hızla yaklaşan bir nesneyi vurmak zordur.
Bir nesil bu travmayla büyüdü. İnsanlık olarak bütün bunları aştığımızı sanıyordum. Ne yazık ki aşamamışız.
Çocuklarınızın böyle bir dünyada yaşamasını ister misiniz? Savaş filmleri, savaş hikayeleri, savaş müzikleri, tatbikatlar, sirenler, sığınaklar içinde? Bugünden baktığımda hatta şu satırları yazarken bile ne kadar tuhaf bir şey olduğuna inanmakta güçlük çekiyorum.
Çernobil Nükleer Santrali patladığında üstümüze radyasyon yağdı. Abartmıyorum, gerçekten yağmur olarak radyasyon yapdı. O dönemin Türkiye'sinde bizler korkudan çay bile içemedik. Sanırım bunun istisnası halkı ikna etmek için televizyon yayınında çay içen bakandır. Yine de bizim çocuklarımız genç yaşta kanser oldu, zamanında araştırma yapılamadığı için tam rakamı bugün dahi bilemiyoruz zira o dönemde ne olduğunu korkudan soramadık bile...
Bütün bunlar bu dünyada ve biz yaşarken oldu.
Distopya gibi değil mi? Ama hepsi gerçekti ve biz bunları yaşadık ne yazık ki. Gerçekten çok üzgünüm, keşke çocukluğumuz başka türlü geçseydi...
Bugün bazı insanların duvarında nükleer patlama fotoğrafları var. Çerçeve yapıp duvara aşmışlar.
Ne denir ki...bazen sözler de tükeniyor.
Herkese barış ve huzur dolu bir gelecek dilerim. Kalbinizden insann sevgisi eksik olmasın.


Yorumlar
Yorum Gönder